OSMANLI'DA TOPLUMSAL HAYAT
Osmanlı Toplumu
Osmanlı Devleti başlangıçta doğrudan doğruya Türk
unsuru tarafından kuruldu. Sonraki yüzyıllarda sınırlar genişledikçe devletin
kurucu ve temel unsuru olan Türklerin yanında başka topluluklar da görülmeye
başladı. Giderek Osmanlı toplumu çok çeşitli milletlerden oluşan bir özellik
kazandı.
Devletin Resmî Ayırımına Göre Toplum:
Osmanlı Devleti
toplumu, islâm Hukuku ve Örfi Hukuk denilen hukuk kurallarına göre
biçimlendirdi. Buna göre Osmanlı toplumu iki temel bölüme ayrılıyordu. Bunlardan
biri "yönetenler", diğeri "yönetilenler"di. Yönetici sınıfa Osmanlılar, "askerî
sınıf diyordu. Osmanlı Devleti'nde "askerî" demek, herhangi bir
devlet
hizmeti yapan kişi demekti. Bunlardan askerlik yapanlara seyfiye
denirdi, Eğitimö ğretim işiyle uğraşan müderrisler, yargı ve yönetim işlerine
bakan kadılar ilmiye sınıfını oluştururdu. Devlet dairelerinde çalışan her
kademedeki memurlara ise kalemiye sınıfı denirdi. Genellikle askeriler vergi
vermezlerdi. Bunun karşılığında devlete bir hizmet görürlerdi. Böyelce devlet,
gelirinin önemli bir kısmını buradan sağlardı. Yönetilenler ise bunların dışında
kalan gruptu. Yönetilen sınıfa Osmanlılar "reaya" diyordu. Kırsal kesimde
köylüler, çiftçiler, şehirlerde tüccar, esnaf gibi gruplar reaya sınıfını
oluştururdu. Reaya vergi verirdi.
Yerleşim Durumuna Göre
Toplum:
Yerleşim durumuna göre Osmanlı toplumu üç gruptan oluşurdu. Bunlar
şehirliler, köylüler ve konar-göçerlerdi. fiehir halkı askerîler, tüccarlar,
esnaf ve bunların dışında kalan bazı gruplardan oluşurdu. Osmanlı ekonomisinin
temeli tarıma dayalı olduğundan nüfusun büyük bir bölümü köylerde yaşıyordu.
Konar-göçerler (yörükler), merkezin kontrolünden kısmen uzak olmakla birlikte,
yine de kendileri için düzenlenmiş yasalar çerçevesinde bir hayat
sürdürüyorlardı. Osmanlı Devleti'nde değişik kültürdeki ailelerin yapıları
farklıydı. Bunlar arasında Türk ailesinin yapısı tamamen Türk töresi, Türk
gelenek ve göreneklerinden "oluşuyordu. fiehir ve kasabalarda oturan Türk
ailelerinde ise kısmen islâm Hukuku da
etkiliydi.
Osmanlı Toplumunda
Sosyal Hareketlilik:
Osmanlı toplumunda iki türlü hareketlilik vardı.
Bunlardan biri yatay hareketlilikti. Ülke coğrafyası üzerinde köyden şehre veya
bir bölgeden başka bir bölgeye gidip gelme ya da oraya göç erek yerleşme olayına
yatay hareketlilik denirdi. Toplumdaki bu hareketi devlet tamamen başıboş
bırakmamış, yasalarla belirli kurallara bağlamıştı. Diğer sosyal harekete ise
dikey hareketlilik denir. Bu da bir toplumda sınışar arası geçiş anlamına gelir.
Osmanlı toplumu çeşitli sınışardan oluşmakla birlikte bunlar Avrupa'daki halk
sınışarı gibi aşılamaz sınırlarla ayrılmıyordu. Osmanlı toplumunda hersınıf için
birinden diğerine geçmek mümkündü. Bu da yetenek, beceri ve çalışma ile
olabiliyordu.
İnançlara Göre Toplum:
Osmanlı Devleti, toplum etnik
yapılarına göre değil, inançlarına göre düzenlenmişti. Buna göre egemen olan
kesim Müslümanlar'dı. Ülke sınırları içinde değişik etnik kökenden olan
Müslümanlar vardı. Bunların başında devletin kurucusu ve asıl sahibi olan
Türkler geliyordu. Bundan sonra Araplar, Boşnaklar, Arnavutlar ve Gürcüler diğer
belli başlı Müslüman gruplardı. Toplumun ikinci kesimini Müslüman
olmayanlar
(Gayrimüslimler) oluşturuyordu. Bu ikinci kesimde en büyük grup
Hristiyanlar'dı.Bunları Museviler (Yahudiler) izliyordu. Yahudiler sayı
bakımından Hristiyanlar'dan azdı ama ekonomik hayat önemli ölçüde onların
elindeydi. Osmanlı toplumunda daha bir çok etnik ve dinsel grup vardı.
Gayrimüslimler kendi içlerinde pek çok mezhebe ayrılmışlardı. Her meshebin kendi
dinsel yönetim merkezi vardı. Hristiyanlar'da bunlara "patrikhane" denirdi.
Yahudiler ise yine bir çok mezhebe bölünmekle birlikte dinsel yönetim merkezleri
tekti. Buna haham-hane (hahambaşılık) denirdi. Günlük hayat bakımından toplum,
saray, şehir, köy ve göçebeler gibi gruplara ayrılırdı. Bu grupların günlük
hayatları arasında benzerlikler vardı. fiehirlerde daha çok sanat ve ticaretle
uğraşılırdı. Kırsal kesimde ise tarım ve hayvancılık önde gelirdi.
Osmanlı
toplumunda çeşitli meslek ve görev grupları vardı. Bunlar "reâyâ" ve "askerî
diye ayrılmıştı. Toplum içinde insanlar değişik gelir düzeylerine sahipti.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda oldukça önemli rol oynamış olan ahiler,
özellikle zenaat hayatını organize etmişlerdi. Ahilik, Osmanlıllardan önce
kurulmuş bir esnaf ve sanatkâr teşkilâtı idi. Belirli kurallara göre çok düzenli
bir çalışma gösteren ahilik dürüstlük, çalışma ve yardım esası üzerinde
kurulmuştur.
Ahiliğin prensipleri :
* Kişiyi eğitip, üretici
ve yararlı bir duruma getirmek ve böylece onu toplumda layık olduğu en uygun
yere ulaştırmak.
* Ahlâklı, verimli ve üretken bir çalışma ortamı oluşturmak
ve bu ortamın sürekliliğini sağlamak.
* Karşılıklı anlayış ve güvene dayalı
işbölümü ve işbirliğini gerçekleştirerek toplumu her bakımdan sağlıklı bir
yapıya kavuşturmak. Başlangıçta toplumda çok yararlı işler yapmış olan ahi
teşkilâtı, devletin çöküntüye gitmesine paralel olarak çözülmeye başladı ve daha
sonra ortadan kalktı. Osmanlı Devleti'nde toprak üç ana bölümden oluşurdu.
Bunlardan birincisi mülkiyeti devlete ait olan fakat kullanılmak üzere bir tür
kira ile halka verilen topraklardı. Bunlara mîrî toprak denirdi. Has, zeamet ve
tımar topraklan mîrî topraklardı. Toprağın bu şekilde işletilmesine tımar
sistemi denirdi. ikincisi, çeşitli toplum hizmeti vermek üzere yapılan kurumlara
gelir getirmek için ayrılmış olan vakıf toprakları idi. Üçüncüsü ise kişilerin
kendilerine ait olan mülk topraklardı. Bu tür topraklar sahibi tarafından
istenildiği biçimde kullanılır, alınıp satılabilirdi. Öldükten sonra çocuklarına
miras kalırdı.
Osmanlı Toplum Yapısında Meydana Gelen
Değişmeler:
Osmanlı toplumunda her zaman âyân ve eşraf denilen bir kesim
vardı. Bunlar XVIII. yüzyıldan itibaren şehir ve kasabalarda devleti temsil eden
kişiler oldular. Merkezi yönetimin zayışamasından sonra da adeta yarı bağımsız
birer "derebeyi" oldular. Bu durum özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren görülmeye
başladı. Bu tarihlerde hem yönetim kadrolarında, hem de toplum yapısında önemli
değişiklikler başladı. Tanzimat'tan itibaren toplum yapısındaki değişiklikler
daha da hızlandı. Ancak bu değişiklik daha çok büyük şehirlerde görüldü. Köy ve
kasabalarda yine geleneksel hayat biçimi devam etti. XIX. yüzyılda görülen bu
değişikliklerde yeni bürokratlar ortaya çıktı. Bunlar toplumun önde gelen
temsilcileri oldular. Büyük Reşit Paşa, Fuat Paşa, Âli Paşa ve Mithat Paşa
bunlardan bir kısmıdır. XIX. yüzyılda yoğunlaşan bu değişiklikler yalnız devlet
teşkilatını değil, aynı zamanda eğitim ve hukuk gibi konuları da kapsıyordu.
OSMANLI'DA COĞRAFİ KOŞULLARIN SOSYAL HAYATA ETKİSİ:
Osmanlı, coğrafi özelliklerine bakıldığında tarım ve hayvancılığa elverişli bir bölgeydi. Halkın çoğunluğu geçimini tımar sisteminden de yararlanarak, tarım ile sağlıyordu. Devlet de bu elverişli coğrafya sayesinde oldukça fazla bir miktarda vergi elde ediyordu. Hayvancılık yapılması, halkı kilim-halı dokumacılığına iterek sanata da katkı sağlamiştır.
Osmanlı'da Aile Hayatı
Bir milletin aile yapısı sağlam ise, devlet yapısı da sağlam
ve uzun ömürlü olur. Bunun en güzel örneği; Osmanlı Toplumudur.
Zaman zaman devlet bünyesinde görülen çatlaklar, isyanlar aile sayesinde toplumun
geneline sıçramış ve bu millet en zor dönemlerinde bile içinde bulunduğu halden
sağlam aile yapısı sayesinde rahatça silkinip ayakları üzerinde
durmasını bilmiştir.
Bizim konumuz olan ‘Osmanlı Ailesi’ çok geniş
içerikli bir kavramdır. Bu kavramın içinde her şeyden önce imparatorluğu yöneten
‘hanedan’ girer.
Bunun dışında Tuna kıyısında yaşayan Hıristiyan ve
Bulgar aileler gibi hicaz da yaşayan Araplar, Anadolu’nun Sünni şerhli, Alevi
köylü, Türkleri, Kürt aşiretindeki aile, adalı ve
Egeli Rumlar,
Müslümanlar Yahudi aileler hepsi Osmanlı ailesidir.
Osmanlı aile
yaşamındaki farklılıklar dini olmaktan çok bölgeseldir.
Osmanlı da ev hayatı;
Osmanlı evleri
genelde ahşaptır. Bahçesi vardır. Apartman sistemi
yoktur. Kirada azdır. Ev umumiyetle oturanın
malıdır.
Eşya az ve basittir.büyük
evlerde ve konaklarda haremlik ve selamlık kısımları
vardır. Osmanlı evi çok temizdir.ayakkabı
eve girerken çıkarılır. Bahçesinde muhakkak bir yeşillik
bulunur.
Osmanlı ailesinde zina yoktur.annesi babası ölmüş çocuk
olabilir. Hemen en yakın akrabasına sığınır. Bu yüzden yetimhane diye bir şey
bilinmez.
Osmanlıda çekirdek
aile ve konumuna baktığımızda;
Günlük yaşam ve
üretimde Osmanlı ailesi çekirdek ailenin yaşam kalıplarından çok büyük ailenin
yaşam ve üretim kalıplarına uymaya meyillidir.
Çekirdek aile hayatın
sürdürülmesi için uygun bir aile tipi değildir.ailenin üretimi, yıllık tüketim
stoklarını hazırlanması, kırsal alandaki iş bölümü, ailenin güvenliğinin
sağlanması bakımından üç kuşağın bir arada barınması gerekir. Bu kültür
mirasının aktarımı içinde gereklidir.
Aile içi eğitimde çocukların
eğitimi kuşaklar tarafından yerine getirilir. Tüketime yönelik malzeme yiyecek,
giyecek birlikte üretilir.
Aile ferdin hayatında bağlarının hiç
gevşemeyeceği temel ve tek kurumdu.her sorun orda çözülür, her destek orda
bulunurdu.ailenin korunması, parçalanmaması en çok dikkat edilen
husustu.
Osmanlı ailesinin yaşadığı
mahalleler;
Osmanlı şehirlerindeki mahallerde sınıf ve
statü farkları biçimlenmemişti. Bir paşanın konağının karşısında bir katibin evi
bulunabiliyordu. Bütün insanlar birbirleriyle her gün arşılaşır, etiket
farklılıklarına rağmen muhatap olurlardı. 18.yy. ve hatta 19.yy. başlarında bile
toplumsal sınıflanmaya göre belirlenmiş bir mahalle yoktu. 19.yy.’ ın ilk
yarısına
kadar mahalleleri yöneten imamlardı, padişah beratı ile tayin
edilmekteydi. Doğum, ölüm gibi nüfus kayıtlarını tutarlardı. Zamanla mahalle
imamları bu son görevlerini kötüye
kullanmışlar ve hakkıyla yerine
getirememişlerdir.
Osmanlı tebaası ailenin ve mahallenin gözünü ve
kulağını üstünde hisseder, evlerin ince duvarları dışarısının duyamayacağı bir
sesle konuşmayı icap ettirir. Hane halkı mahalle
halkına göre yaşar.
Mahalle bir idari birim olmaktan çok bir sosyal birimdir. Osmanlı
ailesi ile bir bağ içerisindedir. Doğum, evlenme, ölüm mahalleyi ortaklaşa
ilgilendiren ve dayanışmaya sevk
eden olaylardır. Bir mahallede
akrabalık ve hemşerilik önemlidir.
TOPLUMSAL TABAKALARI İTİBARİYLE OSMANLI
AİLESİ
Osmanlı toplumunda bir aristokrasi yoktur.
Üretici ve denetici veya yöneten ve yönetilen sınıfları vardır.
Kast
sistemi, imtiyazlı sınıfları devam ettiren bir evlilik düzeni, evlilikle doğan
soyluluk söz konusu değildi.
Osman oğulları hanedanı;
Boyunca
hiç kimse Osman oğulları ailesini uzaklaştırmayı ve tahtlarına geçmeyi
düşünmedi. Osman oğullarına bir kutsallık atfedilmiştir hakimiyet onlarındır
Altı Asır
Osmanlılar 16.
asırdan sonra doğulu Müslüman hanedanlarla evlilik bağı kurmadılar. Padişah
oğulları cariyelerle padişah kızlarda yabancı ve yerli hanedan olmayan devşirme
paşalar veya halktan çıkan rütbe sahipleriyle evlendi. Sultanlar kötü
muamele, saygısızlık etme, uygunsuz yaşamak gibi nedenlerle bir sultan kolayca
koca boşama talebinde
bulunurdu. Padişah eşleri padişah validesi
olmadıkça sultan unvanı taşımazdı.
Osmanlı hanedanı 16. asırdan itibaren
başka hanedanların kadın üyeleriyle siyasi evlilik sistemi terk
etmişlerdir.
Osmanlıda padişah anneleri de pek çoktur. Bu cariyelerin cahil kadınlar oldukları söylenmektedir, öyle olanlar var ise de ortalamanın üstünde eğitim görenler vardır. Osmanlı
sarayında Enderun gibi ‘harem’
genç cariyelerin eğitildiği bir kurumdur.
Osmanlı haremine gelen cariyeler mutlaka padişah ve şehzadelere sunulmak için
gelmezdi. Harem keyif ve zulüm yeri değildir. Osmanlı hükümdarlarının aile
ocağıdır.
19. yy. dan sonra Osman oğullarının ailesini yaşadığı saray
harem sulatanların yaşam ve eğitimi değişim ve gelişme geçirmektedir.
Bu
değişim Avrupalılaşma, batılılaşma tarzında olmuştur.
Ulema
aileleri,
Osmanlıda seçkin aileler grubu içinde
Müslümanlar arasında ilmiye sınıfı gelir.
Burada azda olsa ulema
efendilerinin kızlarına değineceğim. Çünkü Osmanlı cemiyetinde ulema sınıfından
olan babaların kızlarını eğitmeleri ve bu sınıfa mensup kızların
cemiyet
içindeki yerleri ve davranışları ilginç ve az bilinen bir konudur. Genelde bu
sınıfın muhafazakar bir dünya görüşüne sahip oldukları,bu tutumla kızlarını
okutmadıkları ve
eve kapattıkları düşünülür.ancak yapılan araştırmalarla
bu sınıfın kızlarının hiçte öyle olmadığı ortalamanın üstünde eğitim gördükleri
babaları ve kocaları tarafından
şımartıldıkları anlaşılmaktadır. Türk
tarihinde okumuş kadın öncülerinin bu sınıftan çıktığı görülmektedir.
Modernleşme hareketlerinde öncü rol oynamışlardır.
Gayrimüslim aileler,
Osmanlıda
Bizans tan ve çok eski devirlerden gelen aileler devleti Alliye nin değer
verdiği aileler olmuşlar belirli devlet hizmetlerinde çalışmışlar imtiyazları ve
saygınlıkları
vardır ancak bu hukuki bir imtiyaz ve kontrata dayanmadığı
için soylulukları söz konusu değildir. Osmanlı devletinde yaşayan Rumlar
Osmanlılığı benimseyen ve Osmanlı tarzı
hayatına bağlı ailelerdir.
Osmanlı kültür çevresinde kalan Rum aristokrasisi renkli kökenleri, Avrupa ya
açılmışlıkları ve muhafazakarlıkları ile Osmanlı seçkin aileleri içinde
önemli bir yere sahiptirler. Rumlu kadınlar Osmanlı imparatorluğu üst
sınıfına mensup hemcinslerinin hayat tarzı ve kültürel kalıplarını
paylaşmışlardır.
Osmanlıda
Evlilik Dışı İlişkiler;
Bütün geleneksel toplumlarda
olduğu gibi Osmanlı toplumunda da evlilik dışı ilişkiler tepki ile
karşılanıyordu.
İslam hukukuna göre zina yaptığı sabit olan kadın
taşlanırdı buna recm denilirdi. Ancak Osmanlının daha ilk dönemlerinde bu
cezanın uygulanmasını adeta imkansız hale
getiren hükümler göze
çarpıyor.
Mahalleli uygunsuz ilişki kuran insanların evine baskın
yapıp onları teşhir ve alayla mahkemeye getirdiklerinde verilen hüküm zina
isnadı şeklindedir. Kürek ve hapis cezaları
verilmiştir. Mesela 1589
yılına ait bir olay, bir imamın karısının Hızır nam kimse ile ilişki kurduğu ve
basıldıkları için Hızır müebbet kürek cezasına kadın da müebbet hapse
mahkum olmuştur. Recm cezası Osmanlı tarihinde bir kere verilmiş ve
uygulanmış ancak hiç hoş karşılanmadığı için bir daha
tekrarlanmamıştır.
Babasız çocuk doğuran veya nikahsız yaşayan kadınlar
toplumca hoş karşılanmamıştır.Osmanlı şehirlerinde konut bölgesinde bekar
nüfusun bulundurulmamasına gayret
edilmiştir.
Ailede ölüm,
Osmanlı
toplumunda ölüm aile mensuplarını, akrabayı ama her şeyden önce mahalle halkını
ilgilendiren bir olaydı. Ölüme define cemaat şahitlik eder ve cenazeyi
kaldırmakla
bunu tasdik ederdi.
Tören ve duanın yapılması hane
halkı ve misafirlerin ağırlanması dua ve cenaze yemeği her dinden Osmanlıları
birbirine bağlayan müşterek adetlerdir.
Çokeşlilik,
Osmanlı ailesinin çok eşli bir düzene
dayandığı yaygın bir görüştür. Fakat yanlıştır bu durum hoş karşılanmazdı ne
gayri ahlaki nede gayri kanuni bir durumdur.
Ailenin
Günlük Yaşamı;
Çocuk;
Osmanlı toplumunda ailenin
günlük yaşamı çocuklarını eğitimi ve beslenmesi, karı koca ilişkileri ve hayatın
yükünün paylaşılması, evin idaresi sağlık ve beslenme sorunlarının
çözülmesi gibi gündelik uygulama etrafında oluşur.çocuk ailesi devam
ettirecek temel unsurdur ve hayat onun etrafında oluşur.
Çok çocuklu aile
sayısı kentte pek az kırsal bölgede daha yaygındır.
Osmanlı ailesinde
çocuk babanın hukuki denetim ve velayeti altındadır. Eğitim Osmanlı toplumunda
her din mensubunun önem verdiği kurumdu.
Çocuk üzerinde ailenin,
akrabaların, mahalle ve cemaatin kontrolü vardır. Doğan çocuğu aile kadar herkes
kutlar edepsizlik eden çocuğu herkes kınar yani çocuk aile ve
cemaatin
ağırlığını üstünde hisseder.
19.yy.’ a kadar her cemaat daha çok dini eğitim çerçevesinde okullarını
kurmuştur. Müslüman çocuk, mahalledeki hocanın öğrettiği sıbyan mektebine,
Musevi çocuk sinagogun
yanındaki ‘heder’ denen küçük okula Hıristiyan
papazların eğitimine bırakılıyordu.
Devlet bu çocuk konusunda aileye
gereken yardımı gösteriyordu. İkiz, üçüz olursa maaş bağlamak gibi kimsesiz
çocukların birbirinin yanına verilerek maaş bağlanması gibi.
Toplumsal Alanda Kadın ve
Erkek;
Osmanlı toplumunda kadın ve erkek genelde
birazda bulunmaz. Erkek veya kadın cemiyeti olarak ayrı türenler, ayrı
eğlenceler tertip ediliyordu
Dayak konusunda Osmanlı toplumunda hiçbir
zaman tasnif edilmeyen bir davranış olmuştur. Mahkemelerce cezasız
bırakılmamıştır.
Ailenin
Tüketimi;
Osmanlı hayatında tüketim kısıtlıydı.
Örneğin; ayna lüks eşyadan sayılırdı. Osmanlı ailesi tükettiğini kendi üreten
bir birimdir.
Ailenin kadınları yüksek düzeyde bir üretim faaliyetinde
bulunuyordu. Osmanlı devleti çok mütevazı bir memleketti. Hiçbir zaman Ankara’da
muhteşem konaklar olmamıştı. Mevcut binalar son derece mütevazı hayatın
yaşandığı küçük konaklardı. Mahalli malzeme kullanılırdı.
Ailenin Hizmetlileri;
Çok fakir olmadıkça orta sınıf halkın dahi evinde
yardımcıları vardı. Köleler sarayda ve konakta kullanılırdı.
Osmanlı toplumunda evlatlık alma olayının her zaman olumlu işlemediğini
belirtmek gerekir. Evlatlık kızlardan vakti gelince evlendirilenler olduğu gibi
nesiller boyu ailenin çocuklarına boğaz tokluğuna bakan ve sonunda ihtiyar
halinde bir köşede bırakılanlar olmuştur.
Ailenin
Sağlığı;
Üfürükçülük ve batıl inanç her toplum gibi
Türk toplumunda da vardı. Kadın değersiz görüldüğü için ailenin ona tıbbi hizmet
vermediği yanlıştır. Kırsal kesim haklıda dahil tıbbi hizmetlerden kadın erkek
elinden geldiğinde yararlanmaktadır.
Beslenme Biçimleri;
Yerli ve yabancı bazı kimseler
Osmanlı denen zenginliği İstanbul’la sınırlandırmak eğilimindedir. Ancak bu
zenginlik başkentte ve saray çevresi ile sınırlı değildir. Diğer bölgelerde
yemek kültürü bakımından birbirleri ile yarışır durumdadır. Anadolu 17.yy’ da
bölgeler arası giden tüketim maddesi değişimi yapılmaktadır. Anadolu kentlerinde
ekmek evde pişirilirdi. Şeker olarak akide tatlı olarak helva kentlerde
bulunurdu. Ev kadınları turşu, makarna, reçel, salça gibi şeyleri evde
hazırlarlardı.
KAHVE İKRAMI
Osmanlı saray ve konak haremlerinde misafirlere
bir törenle kahve ikram edilirdi. Önce gümüş tatlı
takımı ile tatlı (reçel) sunulurdu. Ardından üç genç
kız kahve ikramına başlarlardı. Kahvenin soğumaması için güğüm, ortasında kor ateş bulunan
stile oturtulur ve kenarlarına takılı üç zincirden
tutularak taşınırdı. Stil takımları tombak, gümüş veya pirinçten yapılmıştır.
Kahve ikramında ayrıca yuvarlak stil örtüsü
kullanılırdı. Atlas veya kadifeden yapılan bu örtü sırma, sim, pul, hatta inci
ve elmas işlemelidir. Stil takımı ve örtüsünün
zenginliği ailenin varlık derecesini yansıtırdı.
KINA GECESİ
Eskiden düğün eğlencelerine pazartesi günü çeyizin güvey evine
gönderilmesi ile başlanırdı. Çeyiz alayının önünde,
kumaşlar,
meyve ve çiçeklerle ağaç şeklinde süslenmiş nahıllar taşınırdı. Salı günü
yapılan gelin hamamından sonra, çarşamba akşamı gelin evinin hareminde kına gecesi düzenlenirdi. Bu sırada beyler
de selamlıkta veya damat evinde eğlenirlerdi.
Kına gecesinde gelin, genç
kızlar ve yengeler, bindallı adı verilen, kadife veya atlas üzerine dival
tekniğinde işlemeli ağır elbiseler giyerler, gelinin yüzüne pullu al duvak
örtülürdü. Damadın akrabalarından birkaç kişi, kınayı gümüş tepsi içinde ve
üzerine iki mum dikerek gelin evine getirirlerdi.
Bütün misafirler yerlerini aldıktan sonra, kayınvalide kendi getirdiği ipek kumaşı yolluk gibi önüne
serdirirdi. Gelin ve arkadaşları, ellerinde yanan
mumlarla ve gelinin başına bereket paraları saçarak davetlilerin yanına
gelirlerdi.
Gelin, yere serilen kumaşın üzerinde
yürüyerek iyi tanımadığı kayınvalidesinin elini öpmeye giderdi. Ortaya
kuruyemiş, çörek, badem şekeri getirilir, kına gecesine özgü türkü ve maniler
söylenerek gelin ağlatılır, bunun bereket getireceğine inanılırdı. Daha sonra
gelin bir yastığa oturtulur, kayınvaldesi avucunun ortasına bir altın koyar,
mutlu evliliği olan bir hanım tarafından avuçlarına, parmak uçlarına ve ayak baş
parmaklarına kına yakılırdı. Gelin avucundaki bu altını uğur ve bereket için
saklardı. Arkadaşları da kısmetleri açık olsun diye kendi ellerine kına
yakarlardı.
LOHUSA GELENEKLERİ
Türk gelenekleri içinde doğum hazırlıkları ve lohusa
döneminin özel bir yeri vardır. Bu hazırlıklara hamileliğin altıncı veya yedinci
aylarında başlanırdı. Yakın bir semtte oturan ebeye, işlemeli keseler içinde
birer okka şeker, çekirdek kahve ve sabun ***ürülerek doğum için ebe
tutulurdu.
Doğumdan sonra lohusa şerbeti kaynatılır ve doğumu
müjdelemek için sürahilerle akrabalara, yakın dostlara, komşulara gönderilirdi.
Bebek erkek ise sürahinin boynuna kırmızı kurdele, kız ise ağzına gaz boyaması
denilen kırmızı tülbent bağlanırdı. Daha sonraki günlerde gözaydına gelen
konuklara da gümüş zarflı bardaklarla şerbet ikram edilirdi.
Lohusaya evin en geniş odasında, yataklık denilen karyolada
veya üst üste konularak yükseltilen altı-yedi kat şiltenin üzerinde lohusa
yatağı hazırlanırdı. Yatağa atlas veya kadifeden gelin yorganı örtülürdü.
Yatağın yanına mutlaka kese içinde Kur'an-ı Kerim ve parlak ömrü sembolize eden
gümüş ayna asılırdı. Bir şişe sarımsak saplanıp üstü kırmızı gaz boyaması ile
sarılır, sarımsak ve nazar boncukları ile süslenirdi. Bu sarımsak, 40. gün
hamama gidilirken, kapının eşiğinde lohusaya ezdirilerek evin acı görmemesi ve
acıların uzaklaştırılması sağlanırdı.
Lohusa yatağı yedinci gün toplanırdı. Yatağın kalkacağı gün
mahalle imamı veya ailenin reisi olan yaşlı bir erkek, bebeğin sağ kulağına ezan
ve Kelime-i Şahadet, sol kulağına da Besmele ile üç defa ismini okurdu.
Doğumdan 40 gün sonra konu komşu, eş dostla birlikte hamama gidilirdi.
SÜNNET DÜĞÜNÜ
İslâmiyette erkek çocuklar genellikle 5-11 yaşları arasında sünnet
edilmektedirler. Eskiden bu cerrahi müdahale evde, bir berber veya sünnetçi
tarafından yapılırdı. Uğurlu olduğu varsayılan tek rakamlı yaşlar tercih edilir,
hali vakti yerinde olanlar kendi çoçukları ile birlikte fakir çocukları da
sünnet ettirirlerdi.
Sünnet kıyafetini tamamlayan iki önemli
aksesuar, başa giyilen sünnet takkesi ve çapraz olarak elbisenin önüne takılan
"Maşallah" yazılı kumaş şerittir. Sünnet olacak çocuk bir hafta önce akraba ve
eş dosta ***ürülerek el öptürülmekte, özellikle İstanbul'da sabır ve selamet
dilemek için Eyüp Sultan Türbesi ziyaret edilmektedir. Ayrıca çocuklar midilli
veya ata bindirilerek davul zurna eşliğinde ve kasideler okunarak sokak sokak
dolaştırılırdı. Sünnetten bir gün önce hamama gidilip yıkanılır ve sağ ellerine
kına yakılırdı.
Sünnet yatağı evin baş odasında veya
bahçede hazırlanırdı. Kentlere göre farklılıklar olmakla birlikte, çoğunlukla
çevredeki yakınlardan ödünç alınan işlemelerle yatak süslenirdi. İpekli krepten
yapılan ve çevikliği sembolize eden fare ile uzun ömrün sembolü olan kaplumbağa
figürleri yatağın göze çarpan yerlerine takılırdı.
Sünnet
düğünlerine çocukları eğlendirmek için hokkabaz ve çengiler çağrılır, kukla ve
Karagöz gösterileri yapılırdı. Misafirler sünnet olan çocuklara saat, yazı
takımı, oyuncak, para veya altın armağan ederlerdi.
İçinde kahve fincanı ve zarflar bulunan tepsiyi
taşıyan kız, stil örtüsünü kenardan iki eli ile önlük gibi önünde tutar, ikinci
kız stil takımını taşırdı. Üçüncü kız tepsiden porselen fincanı alır, stildeki
güğümden kahveyi doldurur, fincanı altın,tombak, gümüş veya porselen zarfa
yerleştirir, zarfın ayağından iki parmağı ile tutarak tek tek misafirlere ikram
ederdi. Tiryakiler kahve ile birlikte nargile veya uzun çubuklarda tütün
içerlerdi.
OSMANLI'DA DİN VE İNANIŞ:
Osmanlı Devleti topraklarında din olarak İslamiyet benimsenmiştir. Osmanlı
padişahları da İslamiyet'i din olarak seçmiş ve İslam'ın getirdiği kurallara
harfiyen uymuşlardır. Osmanlı padişahları İslamiyet'i yaymayı kendilerine vazife
bilmişler ve yaptıkları seferler sonunda ele geçirdikleri yerlerde İslamiyet'in
yayılması için çalışmışlardır.
Osmanlı Devleti'nde kanunlar belirlenip,
uygulanırken Kuran ve Hadis temel kaynak olarak belirlenmiş ve Şer'i Hukuk ile
Örfi Hukuk birlikte uygulanmıştır.
Osmanlı Devlet yönetiminde, yapılacak
bir işin, alınacak bir kanunun, İslam Dini'ne uygunluğunu "Şeyhülislam(Müftü)"
denetler ve "Fetva" ismi verilen kararı verirdi. II.Murat döneminde kurulan
Şeyhülislamlık makamının ilk Şeyhülislamı Molla Şemseddin
Fenari'dir.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun ilk yıllarından itibaren
İslamiyet'in yayılması için Ahilik, Babailik, Mevlevilik gibi tarikatlar büyük
rol oynamışlardır.
Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi'nden sonra
Halifelik Osmanlı Devleti'ne geçmiştir. Osmanlı Devleti, bu olaydan sonra
İslam'ın koruyuculuğunu üstlenmiştir.
Osmanlı Devleti'nde din ve inanış
çok önemli bir kavramdı. Ülke de çeşitli dinlere inanan insanlar, toplumlar,
milletler bulunmaktaydı. İslamiyet başta olmak üzere, Hristiyanlık, Musevilik
gibi dinlere inanan insanlar, dini yönden serbestlik içindeydi. Hiç kimseye,
dininden dolayı ayrım yapılmaz, herkes kanun önünde eşit sayılırdı.
İlgili videolar: http://www.youtube.com/watch?v=mCut-Efq8mo
http://www.youtube.com/watch?v=IqJ0hagfpqg
http://www.youtube.com/watch?v=__AWzTFYbRI
http://www.youtube.com/watch?v=Y9I2XEQ4-IU
http://www.youtube.com/watch?v=ILJW7xMgpCs
Kaynak: http://www.delinetciler.net/forum/turk-tarihi/58399-osmanlida-gelenek-ve-gorenekler.html
http://www.turkeyforum.com/satforum/showthread.php?t=630196
http://www.gozlemci.net/800-osmanli-devletinde-toplum-hayati.html
http://eokulum.net/Tarihi-Konular/547-OSMANLI-DEVLETi-NDE-DiN-VE-iNANIS.html
Osmanlı Devleti başlangıçta doğrudan doğruya Türk
unsuru tarafından kuruldu. Sonraki yüzyıllarda sınırlar genişledikçe devletin
kurucu ve temel unsuru olan Türklerin yanında başka topluluklar da görülmeye
başladı. Giderek Osmanlı toplumu çok çeşitli milletlerden oluşan bir özellik
kazandı.
Devletin Resmî Ayırımına Göre Toplum:
Osmanlı Devleti
toplumu, islâm Hukuku ve Örfi Hukuk denilen hukuk kurallarına göre
biçimlendirdi. Buna göre Osmanlı toplumu iki temel bölüme ayrılıyordu. Bunlardan
biri "yönetenler", diğeri "yönetilenler"di. Yönetici sınıfa Osmanlılar, "askerî
sınıf diyordu. Osmanlı Devleti'nde "askerî" demek, herhangi bir
devlet
hizmeti yapan kişi demekti. Bunlardan askerlik yapanlara seyfiye
denirdi, Eğitimö ğretim işiyle uğraşan müderrisler, yargı ve yönetim işlerine
bakan kadılar ilmiye sınıfını oluştururdu. Devlet dairelerinde çalışan her
kademedeki memurlara ise kalemiye sınıfı denirdi. Genellikle askeriler vergi
vermezlerdi. Bunun karşılığında devlete bir hizmet görürlerdi. Böyelce devlet,
gelirinin önemli bir kısmını buradan sağlardı. Yönetilenler ise bunların dışında
kalan gruptu. Yönetilen sınıfa Osmanlılar "reaya" diyordu. Kırsal kesimde
köylüler, çiftçiler, şehirlerde tüccar, esnaf gibi gruplar reaya sınıfını
oluştururdu. Reaya vergi verirdi.
Yerleşim Durumuna Göre
Toplum:
Yerleşim durumuna göre Osmanlı toplumu üç gruptan oluşurdu. Bunlar
şehirliler, köylüler ve konar-göçerlerdi. fiehir halkı askerîler, tüccarlar,
esnaf ve bunların dışında kalan bazı gruplardan oluşurdu. Osmanlı ekonomisinin
temeli tarıma dayalı olduğundan nüfusun büyük bir bölümü köylerde yaşıyordu.
Konar-göçerler (yörükler), merkezin kontrolünden kısmen uzak olmakla birlikte,
yine de kendileri için düzenlenmiş yasalar çerçevesinde bir hayat
sürdürüyorlardı. Osmanlı Devleti'nde değişik kültürdeki ailelerin yapıları
farklıydı. Bunlar arasında Türk ailesinin yapısı tamamen Türk töresi, Türk
gelenek ve göreneklerinden "oluşuyordu. fiehir ve kasabalarda oturan Türk
ailelerinde ise kısmen islâm Hukuku da
etkiliydi.
Osmanlı Toplumunda
Sosyal Hareketlilik:
Osmanlı toplumunda iki türlü hareketlilik vardı.
Bunlardan biri yatay hareketlilikti. Ülke coğrafyası üzerinde köyden şehre veya
bir bölgeden başka bir bölgeye gidip gelme ya da oraya göç erek yerleşme olayına
yatay hareketlilik denirdi. Toplumdaki bu hareketi devlet tamamen başıboş
bırakmamış, yasalarla belirli kurallara bağlamıştı. Diğer sosyal harekete ise
dikey hareketlilik denir. Bu da bir toplumda sınışar arası geçiş anlamına gelir.
Osmanlı toplumu çeşitli sınışardan oluşmakla birlikte bunlar Avrupa'daki halk
sınışarı gibi aşılamaz sınırlarla ayrılmıyordu. Osmanlı toplumunda hersınıf için
birinden diğerine geçmek mümkündü. Bu da yetenek, beceri ve çalışma ile
olabiliyordu.
İnançlara Göre Toplum:
Osmanlı Devleti, toplum etnik
yapılarına göre değil, inançlarına göre düzenlenmişti. Buna göre egemen olan
kesim Müslümanlar'dı. Ülke sınırları içinde değişik etnik kökenden olan
Müslümanlar vardı. Bunların başında devletin kurucusu ve asıl sahibi olan
Türkler geliyordu. Bundan sonra Araplar, Boşnaklar, Arnavutlar ve Gürcüler diğer
belli başlı Müslüman gruplardı. Toplumun ikinci kesimini Müslüman
olmayanlar
(Gayrimüslimler) oluşturuyordu. Bu ikinci kesimde en büyük grup
Hristiyanlar'dı.Bunları Museviler (Yahudiler) izliyordu. Yahudiler sayı
bakımından Hristiyanlar'dan azdı ama ekonomik hayat önemli ölçüde onların
elindeydi. Osmanlı toplumunda daha bir çok etnik ve dinsel grup vardı.
Gayrimüslimler kendi içlerinde pek çok mezhebe ayrılmışlardı. Her meshebin kendi
dinsel yönetim merkezi vardı. Hristiyanlar'da bunlara "patrikhane" denirdi.
Yahudiler ise yine bir çok mezhebe bölünmekle birlikte dinsel yönetim merkezleri
tekti. Buna haham-hane (hahambaşılık) denirdi. Günlük hayat bakımından toplum,
saray, şehir, köy ve göçebeler gibi gruplara ayrılırdı. Bu grupların günlük
hayatları arasında benzerlikler vardı. fiehirlerde daha çok sanat ve ticaretle
uğraşılırdı. Kırsal kesimde ise tarım ve hayvancılık önde gelirdi.
Osmanlı
toplumunda çeşitli meslek ve görev grupları vardı. Bunlar "reâyâ" ve "askerî
diye ayrılmıştı. Toplum içinde insanlar değişik gelir düzeylerine sahipti.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda oldukça önemli rol oynamış olan ahiler,
özellikle zenaat hayatını organize etmişlerdi. Ahilik, Osmanlıllardan önce
kurulmuş bir esnaf ve sanatkâr teşkilâtı idi. Belirli kurallara göre çok düzenli
bir çalışma gösteren ahilik dürüstlük, çalışma ve yardım esası üzerinde
kurulmuştur.
Ahiliğin prensipleri :
* Kişiyi eğitip, üretici
ve yararlı bir duruma getirmek ve böylece onu toplumda layık olduğu en uygun
yere ulaştırmak.
* Ahlâklı, verimli ve üretken bir çalışma ortamı oluşturmak
ve bu ortamın sürekliliğini sağlamak.
* Karşılıklı anlayış ve güvene dayalı
işbölümü ve işbirliğini gerçekleştirerek toplumu her bakımdan sağlıklı bir
yapıya kavuşturmak. Başlangıçta toplumda çok yararlı işler yapmış olan ahi
teşkilâtı, devletin çöküntüye gitmesine paralel olarak çözülmeye başladı ve daha
sonra ortadan kalktı. Osmanlı Devleti'nde toprak üç ana bölümden oluşurdu.
Bunlardan birincisi mülkiyeti devlete ait olan fakat kullanılmak üzere bir tür
kira ile halka verilen topraklardı. Bunlara mîrî toprak denirdi. Has, zeamet ve
tımar topraklan mîrî topraklardı. Toprağın bu şekilde işletilmesine tımar
sistemi denirdi. ikincisi, çeşitli toplum hizmeti vermek üzere yapılan kurumlara
gelir getirmek için ayrılmış olan vakıf toprakları idi. Üçüncüsü ise kişilerin
kendilerine ait olan mülk topraklardı. Bu tür topraklar sahibi tarafından
istenildiği biçimde kullanılır, alınıp satılabilirdi. Öldükten sonra çocuklarına
miras kalırdı.
Osmanlı Toplum Yapısında Meydana Gelen
Değişmeler:
Osmanlı toplumunda her zaman âyân ve eşraf denilen bir kesim
vardı. Bunlar XVIII. yüzyıldan itibaren şehir ve kasabalarda devleti temsil eden
kişiler oldular. Merkezi yönetimin zayışamasından sonra da adeta yarı bağımsız
birer "derebeyi" oldular. Bu durum özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren görülmeye
başladı. Bu tarihlerde hem yönetim kadrolarında, hem de toplum yapısında önemli
değişiklikler başladı. Tanzimat'tan itibaren toplum yapısındaki değişiklikler
daha da hızlandı. Ancak bu değişiklik daha çok büyük şehirlerde görüldü. Köy ve
kasabalarda yine geleneksel hayat biçimi devam etti. XIX. yüzyılda görülen bu
değişikliklerde yeni bürokratlar ortaya çıktı. Bunlar toplumun önde gelen
temsilcileri oldular. Büyük Reşit Paşa, Fuat Paşa, Âli Paşa ve Mithat Paşa
bunlardan bir kısmıdır. XIX. yüzyılda yoğunlaşan bu değişiklikler yalnız devlet
teşkilatını değil, aynı zamanda eğitim ve hukuk gibi konuları da kapsıyordu.
OSMANLI'DA COĞRAFİ KOŞULLARIN SOSYAL HAYATA ETKİSİ:
Osmanlı, coğrafi özelliklerine bakıldığında tarım ve hayvancılığa elverişli bir bölgeydi. Halkın çoğunluğu geçimini tımar sisteminden de yararlanarak, tarım ile sağlıyordu. Devlet de bu elverişli coğrafya sayesinde oldukça fazla bir miktarda vergi elde ediyordu. Hayvancılık yapılması, halkı kilim-halı dokumacılığına iterek sanata da katkı sağlamiştır.
Osmanlı'da Aile Hayatı
Bir milletin aile yapısı sağlam ise, devlet yapısı da sağlam
ve uzun ömürlü olur. Bunun en güzel örneği; Osmanlı Toplumudur.
Zaman zaman devlet bünyesinde görülen çatlaklar, isyanlar aile sayesinde toplumun
geneline sıçramış ve bu millet en zor dönemlerinde bile içinde bulunduğu halden
sağlam aile yapısı sayesinde rahatça silkinip ayakları üzerinde
durmasını bilmiştir.
Bizim konumuz olan ‘Osmanlı Ailesi’ çok geniş
içerikli bir kavramdır. Bu kavramın içinde her şeyden önce imparatorluğu yöneten
‘hanedan’ girer.
Bunun dışında Tuna kıyısında yaşayan Hıristiyan ve
Bulgar aileler gibi hicaz da yaşayan Araplar, Anadolu’nun Sünni şerhli, Alevi
köylü, Türkleri, Kürt aşiretindeki aile, adalı ve
Egeli Rumlar,
Müslümanlar Yahudi aileler hepsi Osmanlı ailesidir.
Osmanlı aile
yaşamındaki farklılıklar dini olmaktan çok bölgeseldir.
Osmanlı da ev hayatı;
Osmanlı evleri
genelde ahşaptır. Bahçesi vardır. Apartman sistemi
yoktur. Kirada azdır. Ev umumiyetle oturanın
malıdır.
Eşya az ve basittir.büyük
evlerde ve konaklarda haremlik ve selamlık kısımları
vardır. Osmanlı evi çok temizdir.ayakkabı
eve girerken çıkarılır. Bahçesinde muhakkak bir yeşillik
bulunur.
Osmanlı ailesinde zina yoktur.annesi babası ölmüş çocuk
olabilir. Hemen en yakın akrabasına sığınır. Bu yüzden yetimhane diye bir şey
bilinmez.
Osmanlıda çekirdek
aile ve konumuna baktığımızda;
Günlük yaşam ve
üretimde Osmanlı ailesi çekirdek ailenin yaşam kalıplarından çok büyük ailenin
yaşam ve üretim kalıplarına uymaya meyillidir.
Çekirdek aile hayatın
sürdürülmesi için uygun bir aile tipi değildir.ailenin üretimi, yıllık tüketim
stoklarını hazırlanması, kırsal alandaki iş bölümü, ailenin güvenliğinin
sağlanması bakımından üç kuşağın bir arada barınması gerekir. Bu kültür
mirasının aktarımı içinde gereklidir.
Aile içi eğitimde çocukların
eğitimi kuşaklar tarafından yerine getirilir. Tüketime yönelik malzeme yiyecek,
giyecek birlikte üretilir.
Aile ferdin hayatında bağlarının hiç
gevşemeyeceği temel ve tek kurumdu.her sorun orda çözülür, her destek orda
bulunurdu.ailenin korunması, parçalanmaması en çok dikkat edilen
husustu.
Osmanlı ailesinin yaşadığı
mahalleler;
Osmanlı şehirlerindeki mahallerde sınıf ve
statü farkları biçimlenmemişti. Bir paşanın konağının karşısında bir katibin evi
bulunabiliyordu. Bütün insanlar birbirleriyle her gün arşılaşır, etiket
farklılıklarına rağmen muhatap olurlardı. 18.yy. ve hatta 19.yy. başlarında bile
toplumsal sınıflanmaya göre belirlenmiş bir mahalle yoktu. 19.yy.’ ın ilk
yarısına
kadar mahalleleri yöneten imamlardı, padişah beratı ile tayin
edilmekteydi. Doğum, ölüm gibi nüfus kayıtlarını tutarlardı. Zamanla mahalle
imamları bu son görevlerini kötüye
kullanmışlar ve hakkıyla yerine
getirememişlerdir.
Osmanlı tebaası ailenin ve mahallenin gözünü ve
kulağını üstünde hisseder, evlerin ince duvarları dışarısının duyamayacağı bir
sesle konuşmayı icap ettirir. Hane halkı mahalle
halkına göre yaşar.
Mahalle bir idari birim olmaktan çok bir sosyal birimdir. Osmanlı
ailesi ile bir bağ içerisindedir. Doğum, evlenme, ölüm mahalleyi ortaklaşa
ilgilendiren ve dayanışmaya sevk
eden olaylardır. Bir mahallede
akrabalık ve hemşerilik önemlidir.
TOPLUMSAL TABAKALARI İTİBARİYLE OSMANLI
AİLESİ
Osmanlı toplumunda bir aristokrasi yoktur.
Üretici ve denetici veya yöneten ve yönetilen sınıfları vardır.
Kast
sistemi, imtiyazlı sınıfları devam ettiren bir evlilik düzeni, evlilikle doğan
soyluluk söz konusu değildi.
Osman oğulları hanedanı;
Boyunca
hiç kimse Osman oğulları ailesini uzaklaştırmayı ve tahtlarına geçmeyi
düşünmedi. Osman oğullarına bir kutsallık atfedilmiştir hakimiyet onlarındır
Altı Asır
Osmanlılar 16.
asırdan sonra doğulu Müslüman hanedanlarla evlilik bağı kurmadılar. Padişah
oğulları cariyelerle padişah kızlarda yabancı ve yerli hanedan olmayan devşirme
paşalar veya halktan çıkan rütbe sahipleriyle evlendi. Sultanlar kötü
muamele, saygısızlık etme, uygunsuz yaşamak gibi nedenlerle bir sultan kolayca
koca boşama talebinde
bulunurdu. Padişah eşleri padişah validesi
olmadıkça sultan unvanı taşımazdı.
Osmanlı hanedanı 16. asırdan itibaren
başka hanedanların kadın üyeleriyle siyasi evlilik sistemi terk
etmişlerdir.
Osmanlıda padişah anneleri de pek çoktur. Bu cariyelerin cahil kadınlar oldukları söylenmektedir, öyle olanlar var ise de ortalamanın üstünde eğitim görenler vardır. Osmanlı
sarayında Enderun gibi ‘harem’
genç cariyelerin eğitildiği bir kurumdur.
Osmanlı haremine gelen cariyeler mutlaka padişah ve şehzadelere sunulmak için
gelmezdi. Harem keyif ve zulüm yeri değildir. Osmanlı hükümdarlarının aile
ocağıdır.
19. yy. dan sonra Osman oğullarının ailesini yaşadığı saray
harem sulatanların yaşam ve eğitimi değişim ve gelişme geçirmektedir.
Bu
değişim Avrupalılaşma, batılılaşma tarzında olmuştur.
Ulema
aileleri,
Osmanlıda seçkin aileler grubu içinde
Müslümanlar arasında ilmiye sınıfı gelir.
Burada azda olsa ulema
efendilerinin kızlarına değineceğim. Çünkü Osmanlı cemiyetinde ulema sınıfından
olan babaların kızlarını eğitmeleri ve bu sınıfa mensup kızların
cemiyet
içindeki yerleri ve davranışları ilginç ve az bilinen bir konudur. Genelde bu
sınıfın muhafazakar bir dünya görüşüne sahip oldukları,bu tutumla kızlarını
okutmadıkları ve
eve kapattıkları düşünülür.ancak yapılan araştırmalarla
bu sınıfın kızlarının hiçte öyle olmadığı ortalamanın üstünde eğitim gördükleri
babaları ve kocaları tarafından
şımartıldıkları anlaşılmaktadır. Türk
tarihinde okumuş kadın öncülerinin bu sınıftan çıktığı görülmektedir.
Modernleşme hareketlerinde öncü rol oynamışlardır.
Gayrimüslim aileler,
Osmanlıda
Bizans tan ve çok eski devirlerden gelen aileler devleti Alliye nin değer
verdiği aileler olmuşlar belirli devlet hizmetlerinde çalışmışlar imtiyazları ve
saygınlıkları
vardır ancak bu hukuki bir imtiyaz ve kontrata dayanmadığı
için soylulukları söz konusu değildir. Osmanlı devletinde yaşayan Rumlar
Osmanlılığı benimseyen ve Osmanlı tarzı
hayatına bağlı ailelerdir.
Osmanlı kültür çevresinde kalan Rum aristokrasisi renkli kökenleri, Avrupa ya
açılmışlıkları ve muhafazakarlıkları ile Osmanlı seçkin aileleri içinde
önemli bir yere sahiptirler. Rumlu kadınlar Osmanlı imparatorluğu üst
sınıfına mensup hemcinslerinin hayat tarzı ve kültürel kalıplarını
paylaşmışlardır.
Osmanlıda
Evlilik Dışı İlişkiler;
Bütün geleneksel toplumlarda
olduğu gibi Osmanlı toplumunda da evlilik dışı ilişkiler tepki ile
karşılanıyordu.
İslam hukukuna göre zina yaptığı sabit olan kadın
taşlanırdı buna recm denilirdi. Ancak Osmanlının daha ilk dönemlerinde bu
cezanın uygulanmasını adeta imkansız hale
getiren hükümler göze
çarpıyor.
Mahalleli uygunsuz ilişki kuran insanların evine baskın
yapıp onları teşhir ve alayla mahkemeye getirdiklerinde verilen hüküm zina
isnadı şeklindedir. Kürek ve hapis cezaları
verilmiştir. Mesela 1589
yılına ait bir olay, bir imamın karısının Hızır nam kimse ile ilişki kurduğu ve
basıldıkları için Hızır müebbet kürek cezasına kadın da müebbet hapse
mahkum olmuştur. Recm cezası Osmanlı tarihinde bir kere verilmiş ve
uygulanmış ancak hiç hoş karşılanmadığı için bir daha
tekrarlanmamıştır.
Babasız çocuk doğuran veya nikahsız yaşayan kadınlar
toplumca hoş karşılanmamıştır.Osmanlı şehirlerinde konut bölgesinde bekar
nüfusun bulundurulmamasına gayret
edilmiştir.
Ailede ölüm,
Osmanlı
toplumunda ölüm aile mensuplarını, akrabayı ama her şeyden önce mahalle halkını
ilgilendiren bir olaydı. Ölüme define cemaat şahitlik eder ve cenazeyi
kaldırmakla
bunu tasdik ederdi.
Tören ve duanın yapılması hane
halkı ve misafirlerin ağırlanması dua ve cenaze yemeği her dinden Osmanlıları
birbirine bağlayan müşterek adetlerdir.
Çokeşlilik,
Osmanlı ailesinin çok eşli bir düzene
dayandığı yaygın bir görüştür. Fakat yanlıştır bu durum hoş karşılanmazdı ne
gayri ahlaki nede gayri kanuni bir durumdur.
Ailenin
Günlük Yaşamı;
Çocuk;
Osmanlı toplumunda ailenin
günlük yaşamı çocuklarını eğitimi ve beslenmesi, karı koca ilişkileri ve hayatın
yükünün paylaşılması, evin idaresi sağlık ve beslenme sorunlarının
çözülmesi gibi gündelik uygulama etrafında oluşur.çocuk ailesi devam
ettirecek temel unsurdur ve hayat onun etrafında oluşur.
Çok çocuklu aile
sayısı kentte pek az kırsal bölgede daha yaygındır.
Osmanlı ailesinde
çocuk babanın hukuki denetim ve velayeti altındadır. Eğitim Osmanlı toplumunda
her din mensubunun önem verdiği kurumdu.
Çocuk üzerinde ailenin,
akrabaların, mahalle ve cemaatin kontrolü vardır. Doğan çocuğu aile kadar herkes
kutlar edepsizlik eden çocuğu herkes kınar yani çocuk aile ve
cemaatin
ağırlığını üstünde hisseder.
19.yy.’ a kadar her cemaat daha çok dini eğitim çerçevesinde okullarını
kurmuştur. Müslüman çocuk, mahalledeki hocanın öğrettiği sıbyan mektebine,
Musevi çocuk sinagogun
yanındaki ‘heder’ denen küçük okula Hıristiyan
papazların eğitimine bırakılıyordu.
Devlet bu çocuk konusunda aileye
gereken yardımı gösteriyordu. İkiz, üçüz olursa maaş bağlamak gibi kimsesiz
çocukların birbirinin yanına verilerek maaş bağlanması gibi.
Toplumsal Alanda Kadın ve
Erkek;
Osmanlı toplumunda kadın ve erkek genelde
birazda bulunmaz. Erkek veya kadın cemiyeti olarak ayrı türenler, ayrı
eğlenceler tertip ediliyordu
Dayak konusunda Osmanlı toplumunda hiçbir
zaman tasnif edilmeyen bir davranış olmuştur. Mahkemelerce cezasız
bırakılmamıştır.
Ailenin
Tüketimi;
Osmanlı hayatında tüketim kısıtlıydı.
Örneğin; ayna lüks eşyadan sayılırdı. Osmanlı ailesi tükettiğini kendi üreten
bir birimdir.
Ailenin kadınları yüksek düzeyde bir üretim faaliyetinde
bulunuyordu. Osmanlı devleti çok mütevazı bir memleketti. Hiçbir zaman Ankara’da
muhteşem konaklar olmamıştı. Mevcut binalar son derece mütevazı hayatın
yaşandığı küçük konaklardı. Mahalli malzeme kullanılırdı.
Ailenin Hizmetlileri;
Çok fakir olmadıkça orta sınıf halkın dahi evinde
yardımcıları vardı. Köleler sarayda ve konakta kullanılırdı.
Osmanlı toplumunda evlatlık alma olayının her zaman olumlu işlemediğini
belirtmek gerekir. Evlatlık kızlardan vakti gelince evlendirilenler olduğu gibi
nesiller boyu ailenin çocuklarına boğaz tokluğuna bakan ve sonunda ihtiyar
halinde bir köşede bırakılanlar olmuştur.
Ailenin
Sağlığı;
Üfürükçülük ve batıl inanç her toplum gibi
Türk toplumunda da vardı. Kadın değersiz görüldüğü için ailenin ona tıbbi hizmet
vermediği yanlıştır. Kırsal kesim haklıda dahil tıbbi hizmetlerden kadın erkek
elinden geldiğinde yararlanmaktadır.
Beslenme Biçimleri;
Yerli ve yabancı bazı kimseler
Osmanlı denen zenginliği İstanbul’la sınırlandırmak eğilimindedir. Ancak bu
zenginlik başkentte ve saray çevresi ile sınırlı değildir. Diğer bölgelerde
yemek kültürü bakımından birbirleri ile yarışır durumdadır. Anadolu 17.yy’ da
bölgeler arası giden tüketim maddesi değişimi yapılmaktadır. Anadolu kentlerinde
ekmek evde pişirilirdi. Şeker olarak akide tatlı olarak helva kentlerde
bulunurdu. Ev kadınları turşu, makarna, reçel, salça gibi şeyleri evde
hazırlarlardı.
KAHVE İKRAMI
Osmanlı saray ve konak haremlerinde misafirlere
bir törenle kahve ikram edilirdi. Önce gümüş tatlı
takımı ile tatlı (reçel) sunulurdu. Ardından üç genç
kız kahve ikramına başlarlardı. Kahvenin soğumaması için güğüm, ortasında kor ateş bulunan
stile oturtulur ve kenarlarına takılı üç zincirden
tutularak taşınırdı. Stil takımları tombak, gümüş veya pirinçten yapılmıştır.
Kahve ikramında ayrıca yuvarlak stil örtüsü
kullanılırdı. Atlas veya kadifeden yapılan bu örtü sırma, sim, pul, hatta inci
ve elmas işlemelidir. Stil takımı ve örtüsünün
zenginliği ailenin varlık derecesini yansıtırdı.
KINA GECESİ
Eskiden düğün eğlencelerine pazartesi günü çeyizin güvey evine
gönderilmesi ile başlanırdı. Çeyiz alayının önünde,
kumaşlar,
meyve ve çiçeklerle ağaç şeklinde süslenmiş nahıllar taşınırdı. Salı günü
yapılan gelin hamamından sonra, çarşamba akşamı gelin evinin hareminde kına gecesi düzenlenirdi. Bu sırada beyler
de selamlıkta veya damat evinde eğlenirlerdi.
Kına gecesinde gelin, genç
kızlar ve yengeler, bindallı adı verilen, kadife veya atlas üzerine dival
tekniğinde işlemeli ağır elbiseler giyerler, gelinin yüzüne pullu al duvak
örtülürdü. Damadın akrabalarından birkaç kişi, kınayı gümüş tepsi içinde ve
üzerine iki mum dikerek gelin evine getirirlerdi.
Bütün misafirler yerlerini aldıktan sonra, kayınvalide kendi getirdiği ipek kumaşı yolluk gibi önüne
serdirirdi. Gelin ve arkadaşları, ellerinde yanan
mumlarla ve gelinin başına bereket paraları saçarak davetlilerin yanına
gelirlerdi.
Gelin, yere serilen kumaşın üzerinde
yürüyerek iyi tanımadığı kayınvalidesinin elini öpmeye giderdi. Ortaya
kuruyemiş, çörek, badem şekeri getirilir, kına gecesine özgü türkü ve maniler
söylenerek gelin ağlatılır, bunun bereket getireceğine inanılırdı. Daha sonra
gelin bir yastığa oturtulur, kayınvaldesi avucunun ortasına bir altın koyar,
mutlu evliliği olan bir hanım tarafından avuçlarına, parmak uçlarına ve ayak baş
parmaklarına kına yakılırdı. Gelin avucundaki bu altını uğur ve bereket için
saklardı. Arkadaşları da kısmetleri açık olsun diye kendi ellerine kına
yakarlardı.
LOHUSA GELENEKLERİ
Türk gelenekleri içinde doğum hazırlıkları ve lohusa
döneminin özel bir yeri vardır. Bu hazırlıklara hamileliğin altıncı veya yedinci
aylarında başlanırdı. Yakın bir semtte oturan ebeye, işlemeli keseler içinde
birer okka şeker, çekirdek kahve ve sabun ***ürülerek doğum için ebe
tutulurdu.
Doğumdan sonra lohusa şerbeti kaynatılır ve doğumu
müjdelemek için sürahilerle akrabalara, yakın dostlara, komşulara gönderilirdi.
Bebek erkek ise sürahinin boynuna kırmızı kurdele, kız ise ağzına gaz boyaması
denilen kırmızı tülbent bağlanırdı. Daha sonraki günlerde gözaydına gelen
konuklara da gümüş zarflı bardaklarla şerbet ikram edilirdi.
Lohusaya evin en geniş odasında, yataklık denilen karyolada
veya üst üste konularak yükseltilen altı-yedi kat şiltenin üzerinde lohusa
yatağı hazırlanırdı. Yatağa atlas veya kadifeden gelin yorganı örtülürdü.
Yatağın yanına mutlaka kese içinde Kur'an-ı Kerim ve parlak ömrü sembolize eden
gümüş ayna asılırdı. Bir şişe sarımsak saplanıp üstü kırmızı gaz boyaması ile
sarılır, sarımsak ve nazar boncukları ile süslenirdi. Bu sarımsak, 40. gün
hamama gidilirken, kapının eşiğinde lohusaya ezdirilerek evin acı görmemesi ve
acıların uzaklaştırılması sağlanırdı.
Lohusa yatağı yedinci gün toplanırdı. Yatağın kalkacağı gün
mahalle imamı veya ailenin reisi olan yaşlı bir erkek, bebeğin sağ kulağına ezan
ve Kelime-i Şahadet, sol kulağına da Besmele ile üç defa ismini okurdu.
Doğumdan 40 gün sonra konu komşu, eş dostla birlikte hamama gidilirdi.
SÜNNET DÜĞÜNÜ
İslâmiyette erkek çocuklar genellikle 5-11 yaşları arasında sünnet
edilmektedirler. Eskiden bu cerrahi müdahale evde, bir berber veya sünnetçi
tarafından yapılırdı. Uğurlu olduğu varsayılan tek rakamlı yaşlar tercih edilir,
hali vakti yerinde olanlar kendi çoçukları ile birlikte fakir çocukları da
sünnet ettirirlerdi.
Sünnet kıyafetini tamamlayan iki önemli
aksesuar, başa giyilen sünnet takkesi ve çapraz olarak elbisenin önüne takılan
"Maşallah" yazılı kumaş şerittir. Sünnet olacak çocuk bir hafta önce akraba ve
eş dosta ***ürülerek el öptürülmekte, özellikle İstanbul'da sabır ve selamet
dilemek için Eyüp Sultan Türbesi ziyaret edilmektedir. Ayrıca çocuklar midilli
veya ata bindirilerek davul zurna eşliğinde ve kasideler okunarak sokak sokak
dolaştırılırdı. Sünnetten bir gün önce hamama gidilip yıkanılır ve sağ ellerine
kına yakılırdı.
Sünnet yatağı evin baş odasında veya
bahçede hazırlanırdı. Kentlere göre farklılıklar olmakla birlikte, çoğunlukla
çevredeki yakınlardan ödünç alınan işlemelerle yatak süslenirdi. İpekli krepten
yapılan ve çevikliği sembolize eden fare ile uzun ömrün sembolü olan kaplumbağa
figürleri yatağın göze çarpan yerlerine takılırdı.
Sünnet
düğünlerine çocukları eğlendirmek için hokkabaz ve çengiler çağrılır, kukla ve
Karagöz gösterileri yapılırdı. Misafirler sünnet olan çocuklara saat, yazı
takımı, oyuncak, para veya altın armağan ederlerdi.
İçinde kahve fincanı ve zarflar bulunan tepsiyi
taşıyan kız, stil örtüsünü kenardan iki eli ile önlük gibi önünde tutar, ikinci
kız stil takımını taşırdı. Üçüncü kız tepsiden porselen fincanı alır, stildeki
güğümden kahveyi doldurur, fincanı altın,tombak, gümüş veya porselen zarfa
yerleştirir, zarfın ayağından iki parmağı ile tutarak tek tek misafirlere ikram
ederdi. Tiryakiler kahve ile birlikte nargile veya uzun çubuklarda tütün
içerlerdi.
OSMANLI'DA DİN VE İNANIŞ:
Osmanlı Devleti topraklarında din olarak İslamiyet benimsenmiştir. Osmanlı
padişahları da İslamiyet'i din olarak seçmiş ve İslam'ın getirdiği kurallara
harfiyen uymuşlardır. Osmanlı padişahları İslamiyet'i yaymayı kendilerine vazife
bilmişler ve yaptıkları seferler sonunda ele geçirdikleri yerlerde İslamiyet'in
yayılması için çalışmışlardır.
Osmanlı Devleti'nde kanunlar belirlenip,
uygulanırken Kuran ve Hadis temel kaynak olarak belirlenmiş ve Şer'i Hukuk ile
Örfi Hukuk birlikte uygulanmıştır.
Osmanlı Devlet yönetiminde, yapılacak
bir işin, alınacak bir kanunun, İslam Dini'ne uygunluğunu "Şeyhülislam(Müftü)"
denetler ve "Fetva" ismi verilen kararı verirdi. II.Murat döneminde kurulan
Şeyhülislamlık makamının ilk Şeyhülislamı Molla Şemseddin
Fenari'dir.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun ilk yıllarından itibaren
İslamiyet'in yayılması için Ahilik, Babailik, Mevlevilik gibi tarikatlar büyük
rol oynamışlardır.
Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi'nden sonra
Halifelik Osmanlı Devleti'ne geçmiştir. Osmanlı Devleti, bu olaydan sonra
İslam'ın koruyuculuğunu üstlenmiştir.
Osmanlı Devleti'nde din ve inanış
çok önemli bir kavramdı. Ülke de çeşitli dinlere inanan insanlar, toplumlar,
milletler bulunmaktaydı. İslamiyet başta olmak üzere, Hristiyanlık, Musevilik
gibi dinlere inanan insanlar, dini yönden serbestlik içindeydi. Hiç kimseye,
dininden dolayı ayrım yapılmaz, herkes kanun önünde eşit sayılırdı.
İlgili videolar: http://www.youtube.com/watch?v=mCut-Efq8mo
http://www.youtube.com/watch?v=IqJ0hagfpqg
http://www.youtube.com/watch?v=__AWzTFYbRI
http://www.youtube.com/watch?v=Y9I2XEQ4-IU
http://www.youtube.com/watch?v=ILJW7xMgpCs
Kaynak: http://www.delinetciler.net/forum/turk-tarihi/58399-osmanlida-gelenek-ve-gorenekler.html
http://www.turkeyforum.com/satforum/showthread.php?t=630196
http://www.gozlemci.net/800-osmanli-devletinde-toplum-hayati.html
http://eokulum.net/Tarihi-Konular/547-OSMANLI-DEVLETi-NDE-DiN-VE-iNANIS.html